Geçenlerde bir iç mimar ile tanıştım. Bana günümüzde insanların artık 2+1 den çok 4+1 odalı evleri tercih etmeye başladığını anlattı. Sebebini sordum: “Odalara sığmayan eşyalar için ilave bir oda talep ediyorlar” dedi. Enteresan geldi bana sığmayan eşyalar için ilave odalar.. Bu tercihe insanları iten sebep ne diye düşündüm sonrasında. Bir eve sığabilmek bir odaya yerleşebilmek insanı nasıl mutlu edebiliyor?
Mutluluk aslında hepimizin yıllarca peşinden koştuğu temel bir kavram. Hep aradık yıllarca.. Daha çok yedik, daha çok tükettik, daha çok beğendik, daha çok talep ettik mutlu olabilmek adına. Yani mutlu olmanın yollarından biri de “sahip olmak” tı dedik . Peki sahip olmak nedir? İnsan neye “sahip” olunca mutlu olur?
“Sahip ” sözcüğü TDK sözlüğünde şu şekilde tanımlanmış: Herhangi bir şey üstünde mülkiyeti olan, onu yasaya uygun bir biçimde dilediği gibi kullanabilen kimse, iye, malik.
Peki nedir bizi sahip olmaya veya olmamaya iten güçler? Yaşamak için sahip olmak mı yoksa sahip olmak için yaşamak mı?
Sahip olmak = mutluluk ise bu denkleme göre sahip olunan şeylerin adedi arttıkça Mutluluk da çoğalıyor o halde?
Sorularla daldan dala atladım biraz ama.. Uzun zamandır cevaplarını aramaktayım hatta denklem eşitliğinin sağlanıp sağlanmadığı konusunda özellikle kendi üzerimde pek çok deney yaptım (!) Bazen bir kere bile giymediğim ayakkabıyı da satın aldım, hiç sevmediğim renkli tokayı da.. Nerede bu mutluluk? Önümüzde mi? İçimizde mi?
Farkettim ki denklem bende eşya bazında doğru orantılı çalışmıyor. Hatta bu seve seve alınan eşyalar bir süre sonra üzerime üzerime yürüyor.
Tek ben mi böyle düşünüyorum diye düşündüm, araştırdım, okudum. Yalnız değilmişim. Pek çok makale, kitap vs. de benim deneyimlerimden farklı şeyler söylemiyor: Mutluluk veya haz alma duygusu artışının varolan “şeylerin” artışıyla değil, sahip olunan tecrübeler ve bu tecrübelerin yaşandığı anda akışta kalmayla ilgili olduğunu konu alan pek çok çalışma yapılmış. Ezberlerimizden farklı değil mi?
Sahip olduğu evi ve eşyalarından vazgeçerek ömür boyu karavanda yaşamayı seçen insanlar var. Ya da dağa tırmanmayı bir etek daha fazla almaya tercih edenler.. Karavanda yemek yapmanın mutluluğu ile evde yemek yapmanın mutluluğunu veya dağa tırmanırken aldığı hazzı bir anlık sahip olmak hazzı ile değiş tokuş etmeye çoktan hazır olan insanlar..
Peki biz eşya olarak hiçbir şeye sahip olamayacak mıyız? Bu mutluluk veren içgüdümüz sadece soyut sahiplenmelerle mi kendini dolduracak?
Uzmanlar mutlu olmak için “akış” ta kalmanın sahip olmakla yarışabilecek olduğunu söylemekte.. Zira, akışta kalmanın yani kendi varlığını unutacak şekilde bir işle meşgul olmanın verdiği hazzın daha yavaş ama daha uzun sürdüğü görüşündeler. Yani ev alma karavanla gez mi diyorlar? Tabi ki herkes için ortak bir formül yaratmak mümkün değil. Ancak şu bir gerçek ki uzun süreli akışta kalmanın verdiği hazzı iki odalı ev alıp içini dört odalık eşya ile doldurmanın yarattığı kısa süreli hazlara yeğleyenlerin sayısı gittikçe artıyor.
Mutluluğu önünde değil içinde; nicelikte değil nicelikte, odalarda değil yollarda bulanların sayısı gittikçe artmakta. İnsanlar pırlanta yüzük ile değil denize dalarak evlenme teklifi yapma peşinde. Veya ev alarak değil dünyayı gezerek ruhunu beslemekte.. Yaşanan akışta kalma serüvenleri bir çift bottan daha değerli artık..
Comments